Vergi Denetim Kurulu tarafından geçtiğimiz hafta başlatılan Yüksek Gelir Grupları Gözetim ve Uyum Programı, kamuoyunda uzun süredir zaman zaman gündeme gelen “Nereden Buldun” tartışmalarını yeniden canlandırdı. Gelir ve harcamaları arasında ciddi uyumsuzluk tespit edilen yaklaşık 10.000 şirket ortağına, bu farklara ilişkin izahat talep eden yazılar gönderilmeye başlanmış durumda.
Vergi sistemindeki yapısal sorunlar ve adaletsizlikler konusunda toplumda ciddi bir farkındalık ve genel bir uzlaşı mevcut. Ancak çözüm yöntemleri konusunda farklı görüşler var. Kimileri bu tür denetim programlarını olumlu bir adım olarak değerlendirirken, kimileri ise “Nereden Buldun Yasası” gibi doğrudan sistemsel müdahaleler yapılmadığı sürece, vergi idaresinin gereksiz yere dolambaçlı yollara saptığını savunuyor.
Sosyolojik bir ilke olarak, bir soruna müdahale edilirken, müdahale düzeyinin sorun düzeyiyle uyumlu olması gerekir. Sistemsel sorunlara sadece uygulama düzeyinde önlemlerle çözüm üretilemez. Ülkemizde ise böyle bir durumda çoğunlukla uygulamalara odaklanılıyor. Oysa bu konuda değerlendirme yapılırken koşullara ve müdahale edilebilecek araçlara odaklanılması gerekiyor.
Ne yazık ki, vergi sistemindeki mevcut çarpıklığa neden olan koşulların değişmesi ancak çok uzun vadede mümkün olduğundan çözüm arayışlarını mevcut müdahale araçlarına odaklanarak yürütmek gerekiyor. Söz konusu araçları da genel hatlarıyla şu başlıklar altında toplamak mümkündür.
- Sistem
- Kurumlar/Örgütler
- Uygulamalar
- Aktörler
Tabii, değerlendirme yapılırken soruna müdahale edilecek araçlar bakımından da çeşitli sınırlamaların bulunduğunun göz önünde bulundurulması gerekir. Tartışma konusu uygulama ile müdahale edilmek istenen sorunun çözümü için ideal olan araç, elbette ‘Nereden Buldun Yasası’ şeklindeki sistemsel düzenlemelerdir. Ancak bu aracın kullanılabilmesinin ne kadar mümkün olduğu ya da bir başka ifadeyle vergi idaresinin neden dolambaçlı yollara sapmak zorunda kaldığı da ayrı bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu sorulara yanıt verebilmek için geçmişe dönerek, bu konudaki yasal düzenleme girişimlerini ve bunların akıbetlerini dikkatle incelemek gerekir. Ben meraktan yaklaşık iki yıl önce 1960’lı yıllardan 2000’li yılların başına kadar farklı dönemlerde hayata geçirilen ve ‘Nereden Buldun’ yaklaşımı kapsamında değerlendirilebilecek düzenlemeleri araştırıp derlediğim notları bloğumda paylaşmıştım
- Nereden Buldun Yasası-1 (Servet Beyanı) (https://www.tahacakir.com/2023/03/05/nereden-buldun-yasasi-1/)
- Nereden Buldun Yasası – 2 ( Hayat Standardı Esası ) (https://www.tahacakir.com/2023/03/19/nereden-buldun-yasasi-2-hayat-standardi-esasi/)
Çok kısaca bahsetmek gerekirse Servet Beyanı ve Hayat Standardı esasına dayanan düzenlemeler, beklenen faydayı sağlayamadıkları gerekçesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu uygulamaların başarısızlıkla sonuçlanmasında, dönemin koşulları yanında vergi idaresinin veri toplama ve analiz kapasitesinin yetersizliğinin de önemli bir payı bulunmaktadır. Ayrıca, söz konusu düzenlemelere karşı çıkan çevreler; mükellef mahremiyetinin ihlal edileceği, servetlerin yurt dışına kaçırılmasına neden olacağı ve kayıt dışı ekonomiyi teşvik edebileceği gibi gerekçeler ileri sürmüşlerdir.
Bu alandaki üçüncü yasal düzenleme girişimi, 1994 yılında Vergi Usul Kanunu’nun 30/7. maddesinde yapılan değişiklikle hayata geçirilmiştir. Ancak bu düzenleme, 2003 yılında yürürlükten kaldırılana dek geçerli olmasına rağmen, fiilen uygulanamamıştır. Konuya ilişkin notlarımı da geçtiğimiz yıl ‘Nereden Buldun Yasası – 3 (VUK 30/7)’ başlıklı blog yazımda paylaşmıştım. (https://www.tahacakir.com/2024/06/26/nereden-buldun-yasasi-3-vuk-30-7/)
Dördüncü ve belki de en kapsamlı girişim ise, 1990’lı yılların sonunda 4369 sayılı Kanun ile hayata geçirilmek istenmiştir. Ancak ilgili düzenlemenin yürürlüğe girmesi önce ertelenmiş, ardından tamamen kaldırılmış ve dolayısıyla uygulama imkânı bulunamamıştır.
Bu konuda sistem düzeeyinde son girişim ise geçtiğimiz yıl, ‘Özel Gider (Harcama) Bildirimi Uygulaması’ kapsamında hayata geçirilmek istenmiş, ancak düzenleme henüz taslak aşamasındayken geri çekilmiştir.
Netice itibariyle, vergi sistemindeki çarpıklığa neden olan yapısal koşullar değiştirilemediği gibi, bu soruna en uygun müdahale aracı olan sistem düzeyindeki köklü bir reform da hayata geçirilememektedir. Neden gerçekleştirilemediği ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, mevcut göstergeler bu tür bir dönüşümün yakın gelecekte de pek mümkün olmadığını ortaya koymaktadır.
Bu durumda, soruna müdahale edebilmek adına, eldeki mevcut araçlar çerçevesinde; alternatif kurum modelleri ve uygulama süreçleri geliştirilmeye çalışılmakta, çözüm arayışı bu sınırlı alan üzerinden sürdürülmektedir.
Peki, bu ölçekte bir soruna uygulama düzeyindeki müdahalelerle kalıcı bir çözüm sağlanabilir mi?
Her şeyden önce, ortada böylesine bir yangın varken ‘eldeki imkânlar yeterli mi, değil mi?’ sorusuna takılı kalmaksızın harekete geçilmiş olması dahi başlı başına kıymetlidir.
İkinci olarak, vergi idaresi günümüzde ulaşmış olduğu teknolojik kapasite sayesinde, mükellef olsun ya da olmasın tüm gerçek ve tüzel kişilere ilişkin olarak, ‘Nereden Buldun’ türü bir düzenlemenin gerektirdiği veri ve raporlama imkanlarına sahiptir. Üstelik hem mükelleflerin birbirleriyle olan işlemleri hem de vergi idaresiyle yürüttükleri süreçlerin dijitalleşmiş olması, bu verilerin denetim kapsamındaki mükelleflerin ilişkili oldukları şirketlerle eşleştirilmesini geçmiş dönemlere kıyasla çok daha kolay hale getirmiştir. Özetle, vergi idaresinin eriştiği veri kapasitesi sayesinde, uygulamaya dönük geliştirilen bu tür modellerin etki gücü artmakta; sınırlı araçlarla yapılan müdahalelerin bile soruna yönelik etkinliğini artırma potansiyeli doğmaktadır.
Üstelik geçmişten beri vergi idaresinin “nereden buldun” düzenlemelerinin hayata geçirilmesi için verdiği mücadeleler, yaptığı girişimler dikkate alındığında, eldeki mevcut araçlar ile yapılmak istenilenin fuzuli yada dolambaçlı girişimler yerine soruna müdahale için kahramanca yapılmış girişimler olduğu dahi söylenebilir. Tabii ordu ve maliye gibi esas olanın “sistem” olduğu yapıların içerisinde yapılan kahramanlıkların aynı zamanda sistemin sorunlu olduğunu gösterdiğini de unutmamak gerekir.
