Atina Notları

Yazar Taha ÇAKIR

Gezilecek yerleri belirlerken, genelde zaman ve bütçe kısıtını göz önünde bulundurup uzun süredir merak ettiğim, hakkında bir şeyler okuyup izlediğim şehirleri tercih etmeye çalışıyorum. Açık konuşmak gerekirse, Atina bu listeye pek giren bir şehir değildi. Ama karşımıza çıkan bir uçak bileti kampanyasında, gidiş-dönüş fiyatı neredeyse İstanbul’dan Bursa’ya gidiş kadar olunca, “Bir daha ne zaman Atina’ya yolumuz düşer?” diyerek planları değiştirip rotayı Yunanistan’ın başkentine çevirdik.

Tabii, her ne kadar bu seyahati üç günlük kısa bir turistik gezi olarak planlamış olsak da, konu Yunanistan olunca kafamda bazı önyargılar da yok değildi. Fakat düşündüğümün aksine, havalimanı görevlisinden kafelerdeki garsonlara kadar karşılaştığımız herkes bizi son derece güler yüzle karşıladı. Üstelik Türk olduğumuzu fark ettiklerinde, bildikleri birkaç kelime Türkçe ile (“hoş geldiniz”, “teşekkürler” vb.) bizimle iletişim kurmaya çalışmaları, yine içerisi müşteri dolu olan bir dondurmacıda dondurma seçerken Türk olduğumuzu anlayıp “Ama bunun içerisinde alkol var,” diye uyarmaları gibi samimi yaklaşımlarla karşılaşınca, kafamda oluşan önyargıların büyük ölçüde yersiz olduğunu anladım.

Yine Atina’ya gitmeden önce yaptığım araştırmada, Yunanistan nüfusunun yaklaşık %30’unun Atina’da yaşadığını ve şehrin büyüklüğünü öğrendiğimde, “Üç gün yeterli olur mu?” diye kararsız kalmıştım. Ancak biraz daha detaylı incelediğimde, turistler için gezilecek yerlerin büyük çoğunluğunun şehir merkezindeki tarihi bölgelerde toplandığını ve birbirine çok yakın olduğunu gördüm. Dolayısıyla üç günün yeterli olacağına kanaat getirdim. Gezilecek noktaların birbirine bu kadar yakın olması nedeniyle de harita üzerinde tek tek yer işaretlemektense, genel olarak tarihi bölgeleri işaretlemeyi tercih ettim.

SyntagmaPsirriMonastirakiPlaka Akropolis
Syntagma MeydanıBougatsadiko Psirri (Kahvaltı)Avissinias Bit PazarıAdrianouAtina Akropolisi
Yunan Parlamentosu (Nöbet Değişimi)Iroon MeydanıAtina AgorasıMnisikleous MerdivenleriAkropolis Müzesi
Ulusal BahçeEvripidou CaddesiSokrates’in Mahkeme Yeri (Agora’da)Lysiou SokağıAreopagus Tepesi
Ermou CaddesiMonastiraki MeydanıAnafiotikaPhilopappos Tepesi
A For Athens - Teras bar (kahve)
Tzistarakis Camii
Roma Agorası
O Thanasis (Kebabçı)

İstanbul’dan yaklaşık bir saatlik kısa bir uçuşla Atina Havalimanı’na vardık. Havalimanından şehir merkezine ulaşım için tren, otobüs ve taksi gibi farklı alternatifler mevcut. Biz, fiyat olarak en makul seçenek olan, doğrudan şehir merkezine (Syntagma Meydanı’na) giden X95 otobüsünü tercih ettik (bilet ücreti 5,50 Euro). Yaklaşık bir saat süren yolculuğun ardından, saat 11.30 gibi şehir merkezine ulaştık.

Syntagma Meydanı’na vardığımızda henüz otel giriş saatimiz gelmediği için, valizlerimizi meydanın hemen yanında bulunan Syntagma Locker’a bıraktık. Ardından, yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüşle kahvaltı yapacağımız Bougatsadiko Psirri’ye ulaştık. Yerel lezzetleri deneyimleyebileceğiniz bu küçük işletmede hem çeşitli börekler (özellikle bougatsa) hem de tost çeşitleri mevcut. Biz peynirli ve ıspanaklı bougatsa denedik. Porsiyon fiyatlarının ortalama 3,5 euro olduğu işletmedeki ürünlerin iç harçlarının doluluğunu görünce, ister istemez ülkemizdeki benzer yerlerle kıyaslama yapıp Çengelköy’de girdiğimiz börek kuyrukları için hayıflanmadan edemedik.

Kahvaltıdan sonra, Monastiraki Meydanı’ndan başlayarak listeye aldığımız yerleri gezmeye başladık. Bu noktada, meydanda bulunan Tzisdarakis Camii’nin günümüzde ibadete kapalı olduğunu ve müze olarak kullanıldığını görmek içimizi burktu. Yine, Roma ve Atina Agorası’na giriş ücretli olmakla birlikte, şehrin içinde kaldığı ve etrafının yalnızca demir parmaklıklarla çevrildiği için çoğu turistin parmaklıkların ardından baktığını söylememiz gerekir. Meydan ve çevresindeki caddelerde yaptığımız turun ardından, Adrianou Caddesi üzerindeki Lartecono Davinci Gelato’da kısa bir dondurma molası verdik.

Saat üçe kadar meydan ve çevresinde vakit geçirdikten sonra, valizlerimizi alıp kalacağımız otel olan Luwian Athens Boutique Hotel’e geçtik. Turistik bölgelere çok yakın olan, Omonia Durağı’na 120 metre mesafede yer alan otel (Monastiraki Meydanı’na bir durak mesafede) aynı zamanda son derece temiz ve ferah. Yalnızca Omonia Meydanı’nda öbekler halinde takılan Hintlileri görünce şaşırmadık değil.Otele yerleşip bir saat kadar dinlendikten sonra, akşamüstü tekrar Monastiraki Meydanı’na gittik. Meydan, akşam saatlerinde çok daha hareketleniyor; her köşe başından yükselen müzikler eşliğinde, çevresindeki restoranlarda oturup vakit geçirmek ve etrafı seyretmek oldukça keyifli. Biz akşam yemeği için O Thanasis kebabını tercih ettik. Okuduğum kadarıyla mekan, geçmişte aralarında İmam Çağdaş ile Bursa Uludağ Kebabçısı’nın da bulunduğu ikonik restoranlar listesinde yer alıyormuş. Bir porsiyonu 200 gram olan kebap için 13,5 Euro ödedik. (Karşılaştırmak gerekirse, Beykoz Bayramoğlu’nda 110 gram döner fiyatı 530 TL.)

Yemekten sonra da şehrin tarihi merkezinde hediyelik eşya satan küçük dükkanlarda vakit geçirip kahve molası için Mnisiklous Merdivenleri’nin olduğu bölgeye gittik. Merdivenlerin her iki tarafına sıralanmış kafeler, merdivenlere attıkları sandalye ve yastıkların üzerinde müşterilerini ağırlıyorlar. Bir müddet bölgede vakit geçirdikten sonra da gece 22.00 civarında otelimize döndük ki, sanırım sosyal hayatın hafta içinde bu saatlere kadar canlı olması Avrupa’da sık rastlanan bir durum değil.

Birinci günle ilgili dikkatimizi en çok çeken husus, Türk-Yunan çekişmesinin yalnızca baklava veya yoğurtla sınırlı olmadığını bizzat görmek oldu. Yalnızca ortak kültürel mirasla açıklanamayacak şekilde, baklavadan helvaya, dolmadan dönere kadar her yiyeceğimizi sahiplenmeleri açıkçası can sıkıcıydı. Yani hadi diyelim, baklava güzel, yoğurdun, dönerin piyasası geniş, vesaire vesaire…Ama ulan, insan tulumba tatlısını niye sahiplenir? Bu apaçık Türk düşmanlığı! Üstelik adamların bizim olanı sahiplenmesi yalnızca yiyeceklerle de sınırlı değil; gezerken hediyelik Karagöz ile Hacivat (Karagiozis, Hatziavatis) minyatürleri de gördük. Meğerse ona da sahip çıkmışlar.Sonuç olarak, bizim olana karşı had hudut bilmeyeceklerine iyice emin olduğumdan, Yunanlılara F-35 teslim edilene kadar bizim en azından Fransa’dan Meteor füzeleri almamız şart! Tulumbaya göz diken adamlardan her şey beklenir!

Gezimizin ikinci gününe, Yunanistan’ın en çok turist çeken arkeolojik alanı olan ve şehir merkezinden yüksekte bir tepede bulunan Akropolis’ten başlamayı planlamıştık. Bu yüzden biletleri önceden internet üzerinden aldık ki, böylece önümüzdeki yüzlerce kişilik bilet sırasını beklemeden içeriye girebildik. Biletler farklı kategorilere ayrılmış olup, biz rehbersiz ve yalnızca Akropolis bölgesi için olan biletlere, turizm sezonu olduğu için kişi başı 30 Euro ödedik.

Tabii, gitmeden önce Akropolis’in bir arkeolojik alan olduğunu ve bizim de rehberimiz bulunmadığı için biraz araştırma yapmıştım. Bu konuda YouTube’da yapılmış çok sayıda belgesel mevcut.  Benim dikkatimi çeken birkaç hususu da burada paylaşayım. Akropolis’in tarihi, en ünlü yapısı olan Parthenon Tapınağı baz alındığında, M.Ö. 5. yüzyıla kadar gidiyor ki bu da günümüzden yaklaşık 2.500 yıl önce yapıldığı anlamına geliyor. Parthenon Tapınağı’nı Atina şehir devleti yaptırmış; ancak finansmanı, o dönemde Pers İmparatorluğu’na karşı Yunan şehir devletleri tarafından kurulan Delos Birliği için toplanan vergilerden karşılanmış. Hatta diğer Yunan şehir devletleri, savunma harcamaları için toplanan vergilerin bu şekilde kullanılmasına yönelik çeşitli itirazlarda bulunmuşlar. Anlaşılan, toplanan vergilerin nereye harcandığı konusu o dönemlerde de tartışma konusuymuş.

Atina Akropolisi’ni günümüzde bu kadar popüler yapan nedenler ise Parthenon, Erechtheion, Athena Nike Tapınağı ve Propylaia gibi insanlık tarihinin en etkileyici mimari eserlerinin yer almasının yanı sıra, demokrasi ve felsefe konularında da sembolik bir öneme sahip olmasıymış. Ayrıca, daha önceden Batılıların Grand Tour rotasında yer almakla birlikte, esas ilgiyi patlatan olay, İngiltere’nin Osmanlı nezdindeki büyükelçisi olan Lord Elgin’in Parthenon’dan önemli heykel parçalarını İngiltere’ye taşımasıyla başlamış. Yunanistan’ın bağımsızlığı sonrasında ise Akropolis, Yunan kimliğinin inşasında bir sembol haline gelmiş.

Akropolis’te neredeyse iki saate yakın vakit geçirdikten sonra, tepeden aşağıya küçük beyaz badanalı evleri ve çiçekli avlularıyla turistlerin uğrak noktası olan Anafiotika bölgesini de içine alacak şekilde yürüyüş yaparak merkeze (Syntagma Meydanı’na) ulaştık.Meydanın yanında bulunan Parlamento Binası önündeki meşhur askeri töreni izlerken, bizi esas etkileyen ise 2023 yılında Larissa yakınlarında meydana gelen ve 57 kişinin hayatını kaybettiği tren kazasında vefat edenleri anmak için oluşturulan anıt oldu.Okuduğumuza göre, tren kazasının ardından halk günlerce Parlamento binası önünde toplanıp altyapı eksikliklerine ve ihmallere karşı tepkisini göstermiş; ülke çapında büyük toplumsal hareketler olmuş. Atılan sloganlar arasında en çok dikkat çekenlerden biri “Bu bir kaza değildi, bir suçtu!” ifadesiymiş. Maalesef, on binlerce insanını müteahhitlerin açgözlülüğüne kurban vermiş bir millet olarak, devam eden davalarda olayın yalnızca ihmal olarak ele alındığını görünce Yunanlılardan öğreneceğimiz çok şeyin  olduğunu anlıyoruz. Bu düşüncelerle bir süre daha meydanda vakit geçirdikten sonra, saat 15.00 gibi otele dönerek dinlenmeye geçtik.

Saat 18.00 gibi yine merkezi bir yerde yemeğimizi yedikten sonra, yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüşle Akropolis’in olduğu bölgeye geldik. Gün batımını izlemek için ise yürümeye devam edip Philopappos Tepesi’ne doğru yöneldik. Yürüyüş sırasında, yol kenarında Sokrates’in hapsedildiği yeri gösteren küçük bir tabela karşımıza çıktı.Gelmeden önce Sokrates’in savunmasını okuduğum için, akşamın karanlığının yavaş yavaş çökmeye başladığı, etrafın sessizleştiği o saatlerde, bir zamanlar aynı taşlara basarak adalet ve doğruluk uğruna mücadele etmiş bilgenin izlerini hatırlamak insanı düşündürüyor.Tabii, diğer taraftan popüler kültürün etkilerine maruz kalmış bir nesil olarak, rahmetli Dilber Ay’ı ve Flash TV’deki “Kader Mahkumu” programını da anmadan geçemedik.Tepeye çıkarken yanımıza termosumuzu ve atıştırmalıklarımızı aldığımız için, gün batımını tepeden izleyip karanlığın çökmesiyle ışıklandırılan Akropolis manzarasına karşı çaylarımızı içtik. Sonrasında ise, tepeden aşağı doğru yürüyerek hayatın daha canlı aktığı Monastiraki Meydanı’na doğru inmeye başladık.

Üçüncü gün, son günümüz olduğu için biraz tarihi merkez çevresinde dolaşıp alışveriş için mağazaları gezdik. Gelmeden önce, Yunanistan’da KDV oranının %24 olduğunu bildiğimden, tax free imkânıyla yaklaşık 20.000 TL daha uyguna DJI Mini 4 Pro drone alma hayalim vardı. Bu tarz ürünler için en ideal yerlerden biri olan Plasio’ya da uğradık. Ancak ne olduysa, son anda içimdeki maliyeci ruh harekete geçti ve bütçemizin bu ay için uygun olmadığına kanaat getirerek almaktan vazgeçtim. Günü mağazaları ve henüz keşfetmediğimiz çevre muhitleri gezerek tamamladıktan sonra, akşam saatlerinde dönüş yoluna çıkarak Atina hikâyemizi noktaladık. Açıkçası, iş temposundan bunaldığım bir dönemde Atina’nın canlı sokaklarında dolaşıp yeni şeyler öğrenmek ve kısa bir mola vermek bize moral açısından çok iyi geldi. Tabii, muhtemelen Atina’nın böyle bir etkisi olduğunu bizimkiler de bildikleri için, tatildeyken iki tane daha sıkıntılı iş göndermeyi ihmal etmemişler… Artık Allah kerim!

You may also like

4 Yorum

Mert 27 Nisan 2025 - 10:05

Güzel, bilgilendirici ve okuması keyifli bir yazı olmuş, teşekkürler.

Reply
Taha ÇAKIR 27 Nisan 2025 - 10:54

Ben teşekkür ediyorum kardeşim 🙂

Reply
fatih altuntaş 4 Mayıs 2025 - 15:49

gitmek isteyenlere güzel ve faydalı bir yazı olmuş. eline sağlık…
Bize de gitmek nasip olur inşallah.

Reply
Taha ÇAKIR 4 Mayıs 2025 - 20:33

teşekkürler ustadım tavsiye ederim 🙂

Reply

Yorum Bırakın